TBMM 23. Dönem 4. Yasama Yılı 139. Birleşim ( 22 Temmuz 2010 )
Güneydoğu Asyada Dostluk ve İşbirliği Andlaşması ile Andlaşmada Değişiklik Yapan Protokollere Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu Raporu (1/906) (S. Sayısı: 542)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 542 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Şükrü Elekdağ.
Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Güneydoğu Asya’da Dostluk ve İşbirliği Andlaşması ile bu andlaşmada değişiklik yapan protokollere Türkiye’nin katılmasına ilişkin kanun tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi adına konuşmak üzere söz almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlarım, zaman sabahın 03.00’ü, hepiniz bitap ve yorgunsunuz.
AHMET YENİ (Samsun) – Yok öyle şey.
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – Fakat, ben bu anlaşmaları fırsat ittihaz ederek bazı önemli hususları sizlerle paylaşmak istiyorum. O bakımdan sabır ve dikkatinizi istirham ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye bu anlaşmalarla ASEAN’a girmiyor, ASEAN’ın dostluk ve iş birliği faaliyetlerine katılıyor. Bu şekilde de ASEAN’a katılmaya bir zemin hazırlanıyor. Bu yerinde bir girişim. ASEAN büyük gelişme potansiyeli olan bir ekonomik kuruluş, bu itibarla Türkiye’nin bu blok çerçevesinde gelişmeleri, ticari ve ekonomik fırsatları izlemesi ve değerlendirmesi isabetli bir hareket. Bu itibarla bu girişimi doğru buluyoruz ancak geç kalınan bir girişim olduğunu düşünüyoruz.
Türkiye maalesef iç sorunlarla uğraşmaktan ve yanlış dış politika gündemleri izlemekten bazı girişimlerde çok geç kalıyor. Özellikle terör sorunu Türkiye’nin belini büküyor. Nitekim, değerli arkadaşlarım, son aylarda PKK terör eylemlerinin giderek şiddet kesbettiğini ve Hükûmeti âdeta teslim aldığını görüyoruz. Her gün kaldırılan şehit cenazelerinde öfkeli kitleler terör örgütünü lanetlerken terör karşısında aciz kalan sorumlulara da kahretmektedirler. Genel manzara, ülkemizde sanki bir sıcak savaş yaşandığı izlenimini bırakıyor, Hükûmet de olan biten karşısında çaresizlik içinde kıvranıyor.
Değerli arkadaşlarım, Mayıs sonunda “İsteklerimizi yapmazsan bedelini ödersin.” mesajını vererek devlete meydan okuma cüretini gösteren İmralı’daki teröristbaşı, gücünü, PKK’yı askerlerimize ağır silahlarla saldırtarak göstermek istiyor. Gerçekten akla durgunluk veren bir durumla karşı karşıyayız. Askerî inisiyatifi ele geçiren PKK örgütü, sürekli şekilde Türk ordusuna zayiat verdiriyor. Karşılaştığımız durumun devlet otoritesini nasıl bir zafiyete düçar ettiğini, Hükûmeti ne denli aciz bir hâle düşürdüğünü, devlet vakar ve itibarını nasıl yozlaştırdığını düşünebiliyor musunuz?
Bu ortamda Sayın Başbakan terörle mücadele için somut adımlar atacağına, müstehzi bir edayla “Eğer muhalefetin elinde terörü bastırmak için sihirli bir değnek varsa açıklasın.” diyor.
Sayın Başbakan, sihirli değneğe ihtiyaç yok. Türkiye’nin elinde terörle mücadele için yumuşak güç ve sert güç unsurların hepsi mevcut. Mesele durumun isabetle teşhisi ve bu güç unsurlarının ne ölçüde ve ne şekilde mezcedilerek kullanılacağının tespiti ve sonra da uygulamaya geçilmesidir.
Sayın Başbakan, hâlen Türkiye acil önlemler alınmasını gerektiren acil bir tehditle karşı karşıyadır. Bu önlemlerin ne olması gerektiği saptanırken temel bir gerçeği de unutmamak zorunlu, bu da PKK’nın Kuzey Irak’ta konuşlanmış olan vurucu gücü tasfiye edilmeden Türkiye’nin terörle mücadele çabasının sonuç verebileceğini düşünmenin abes olduğudur.
Hükümetinizin bu tehdidi bertaraf etmek için derhâl şu iki önleme başvurması gerekiyor: Birincisi, Türk Hükûmeti alacağı önlemlerle PKK örgütüne Türkiye’ye vereceği her zararın bedelini Kuzey Irak’ta en ağır bir şekilde ödeteceğini göstermelidir. Eğer PKK Kuzey Irak’ta sığındığı üslerden çıkıp Türkiye’ye zarar verebiliyorsa Türkiye’nin PKK örgütünü muhakkak kaynağında da cezalandırması gerekiyor.
Sayın Başbakan, Hükûmetiniz bunu yapamadığı takdirde, PKK’yı Türkiye’ye karşı eylem yapmaktan caydıramaz.
Bu bağlamda, şu önemli noktayı dikkatinize getirmek isterim: Bir terör örgütünün kendisine kol kanat geren bir hami, yani bir koruyucu ve güvenli bir üs alanı bulmadan uzun süre yaşaması mümkün değildir. Nitekim, Hafız Esad döneminde Suriye PKK’ya yataklık yapar ve güvenli üsler sağlarken terörle mücadelenin Türkiye’ye maliyeti çok yüksek olmuştur. Buna mukabil, Türkiye’nin askerî gücünün caydırıcılığı sayesinde PKK ve liderinin Suriye’den sökülüp atılmasından sonra ise örgütün moral gücünü ve etkisini tamamen kaybettiği anımsanacaktır. Nitekim, Türkiye’nin Suriye ile 10 Ekim 1998’de tüm PKK unsurlarının Suriye’den çıkarılmasını öngören Adana Anlaşması’nı imzalamasını takiben 2003 yılına kadar geçen zaman diliminde, yani dört yıllık bir süre zarfında PKK terörü fiilen sıfırlanmıştı. PKK’ya can üfleyen olay, 1 Mart Tezkeresinin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından reddedilmesi üzerine aldatılmış olduğu hissine kapılarak öfkelenen ve Ankara’yı cezalandırmak isteyen Bush yönetiminin PKK’yı hedef listesinden çıkarması ve örgüte Barzani himayesinde Kuzey Irak bölgesinde barınacağı güvenli bir alan sağlanmasına yeşil ışık yakması olmuştur.
Değerli arkadaşlarım, cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’de isyan çıkaranların ve daha sonra PKK unsurlarının her takibe uğradıklarında kaçtıkları üç ülke vardır, bunlar İran, Suriye Bunlar İran, Suriye ve Irak’tır. Ayrılıkçı terör yaşamını böyle sürdürmüştür. Ancak artık, Suriye ve İran PKK için bir sığınak olmaktan çıkmıştır. Artık, PKK’nın sığınacağı tek yer Kuzey Irak’tır. Bu itibarla Türkiye, Suriye’de yaptığını Kuzey Irak’ta yapabilirse, PKK, bölgede Türkiye ile sınırdaş başka bir ülkede sığınak bulamayacak ve marjinalleşme sürecine girebilecektir.
İşte, bu gerçek ışığında alınması gereken ikinci önleme geliyorum. Bu önlem, PKK örgütüne yataklık yapan Barzani ile ilgilidir.
Sayın Başbakan, bizzat siz 29 Ekim 2007’de şu ifadelerde bulunmuştunuz: “Barzani terör konusunda tavrını çok açık ve net ortaya koyma durumundadır. Şu an kendisi terör örgütüne yataklık yapar durumdadır.”
Bu açıklamanızla Sayın Başbakan, Barzani’nin PKK’nın kanlı eylemlerine ortak olduğunu vurgulamıştınız. Barzani, bugüne kadar tutumunu değiştirmemiştir. PKK’yı terör örgütü olarak ilan etmemiş, örgütün lojistik desteğini kesmemiş ve terör elebaşlarını Türkiye’ye teslim etmekten kaçınmıştır. Buna rağmen Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı sıfatıyla Türkiye’ye resmî bir ziyaret için davet edilmiş ve kendisine sanki ayrı bir devletin başkanı gibi muamele edilmiştir.
Bu itibarla Sayın Başbakan, tüm siyasi ağırlığınızı kullanarak Barzani’yi PKK’nın Kuzey Irak’tan temizlenmesini öngörün bir eylem planının uygulanmasında Türk Silahlı Kuvvetleri ile fiilen iş birliği yapmaya ve destek vermeye mecbur etmelisiniz. Bunu takiben de Kuzey Irak’ta bir temizlik harekâtını başlatmalısınız. Türkiye’nin elinde Barzani’ye karşı kullanılacak son derece etkili ekonomik ve diplomatik levyeler vardır; bunlar kullanılmalıdır. Barzani’ye Türkiye’ye verdiği zarar ölçüsünde kendisinin de zarar göreceği hissettirilmelidir.
Sayın Başbakan, belirttiğimiz bu iki acil önlemin gerçekleşmesini sağlamadan PKK örgütünün eylemlerinin durdurulması mümkün olmaz.
Sayın Başbakan, bu önerdiğim hususlar gerçekleştirilmeden Kürt sorununun halli için öngörülecek demokratik ve sosyopolitik önlemlerden sonuç alınamaz çünkü PKK’yla onun sinsi uzantıları, devletimize ve Hükûmetimize meydan okuyorlar. Söylediklerim lütfen yanlış anlaşılmasın. Ben, asla ve kat’â, çözümün, ancak askerî önlemlerle çözülebileceği gibi bir saplantıda değilim. Silahlı mücadele PKK terörüyle mücadelede her ne kadar vazgeçilmez nitelikte bir unsur olsa da etnik bazda ayrılıkçı Kürt sorunu ile mücadele, çok boyutlu, topyekûn bir mücadele stratejisi gerektirir. Söz konusu topyekûn strateji de, sorunu, kökeninde toplumsal bir sorun olduğunu ve çözüm için sivil önlemleri de gerektirdiği gerçeğini göz ardı edemez. Ancak, bugünkü koşullar, demokratik, sosyoekonomik nitelikte sivil önlemlere başvurabilmesi için, askerî önlemlerle mücadelenin başarıya ulaşmasını zorunlu kılıyor.
PKK’nın sözcülerinin, yayın organlarında neler söylediğini okuyunuz. Yaptıkları açıklamalarda, açıkça “Erdoğan Hükûmeti bize vaatlerde bulundu, sonra vaatlerinden caydı, bizi aldattı. Bu nedenle terör dalgasını başlattık. İstediklerimizi alıncaya kadar şiddeti devam ettireceğiz. Terörü kentlere de yayacağız.” diyorlar. Karayılan, Kandil’de gazetecilere, demokratik otonomi ilan edileceğini söylüyor. Bunun anlamı “Türkiye’yi fiilen böleceğiz.” demektir. Bu koşullar devam ettikçe Kürt açılımı bağlamında atılacak her adım bir taviz gibi görülecek ve bundan, PKK karşısında pes ettiğiniz anlamı çıkacaktır. Bu da Türkiye için felaketli bir sürecin başlaması olur.
Sayın Başbakan, bu nedenle, önerdiğim iki önlemi derhâl uygulamanız zorunludur. Muhalefete alaycı bir yaklaşımla hitap ederek, terörle mücadele için ellerinde sihirli bir değnek olup olmadığını sordunuz. “Varsa şu değneği verin de kullanalım.” dediniz. Size önerdiğim öneriler sihirli olmayabilir ama gerçekçi ve etkilidir. Önerilerim şu iki temel gerçek üzerine kuruludur:
Birincisi: Silahlı mücadelede inisiyatif PKK’nın eline geçmiştir, Türkiye bu durumu derhâl tersine çevirmeli ve askerî inisiyatif devletin ve Hükûmetin elinde olmalıdır.
İkincisi: Bugünün koşullarında yani terörün elebaşısı Hükûmete şartlarını dayatma çabasındayken sivil inisiyatifler ancak PKK kötürüm edildikten sonra uygulanabilir.
Şimdi, konunun Amerika yönünü ele alalım. Obama yönetiminin Orta Doğu’da karşılaştığı çok ciddi sorunların çözümü hususunda Türkiye’nin desteğine ihtiyaç duyduğu bir gerçektir.
Birincisi: Obama, 2011 yılı sonunda kuvvetlerini Irak’tan çektiği zaman arkasında nispeten istikrarlı, Amerikan yörüngesinden çıkmayan ve bütünlüğünü koruyan bir Irak bırakmak istiyor. Enerji alanında Amerikan firmalarına tanınan imtiyazlara saygılı bir rejimin Irak’ta devamını istiyor. Irak’tan Amerikan askerleri çekilince bir Kürt-Arap çatışması çıkması çok büyük bir olasılık. Bunun için de Irak Bölgesel Kürt Yönetimini Sünni ve Şii Arapların hışmından korumak için Türkiye’ye emanet etmeyi de tasarlıyor. Ayrıca, Türkiye’nin Afganistan’da çok etkin ve yaralı bir mevcudiyeti var. Amerika, Türkiye’nin bu alandaki desteğinin devamına da ihtiyaç duyuyor.
Bu duruma rağmen, Obama yönetiminin müttefiki Türkiye’nin çıkarlarını gözetmeyen bir politika izlemesi neden ileri geliyor? Bunun önde gelen iki nedeni var:
Birinci nedeni, Irak’ın parçalanması durumunda, Obama yönetiminin, kurulacak bağımsız Kürt devletine yerleşerek burayı bir askerî üsse dönüştürme ve Orta Doğu stratejisinin önemli bir dayanak noktası yapmayı öngören bir planı bulunmasıdır. Washington, böyle bir planı icabında yararlanmak üzere elinin altında tutmayı uygun görüyor. Obama yönetiminin Barzani’ye destek vermesi bu hesaptan kaynaklanıyor. Tabii, Amerika’nın böyle bir perspektifi olunca Irak Bölgesel Kürt Yönetimine verdiği önem Türkiye’ye nazaran ağır basıyor.Bu dengesiz yaklaşım nedeniyle de Türkiye’nin çıkarları tehlikeye atılıyor.
İkinci neden ise Obama yönetiminin, Ankara’nın İran’la yakınlaşma politikasından son derece rahatsız olmasından kaynaklanıyor. Bu rahatsızlığa Ankara’nın Hamas’la olan sıcak ilişkileri de katkıda bulunuyor. Bu rahatsızlık, Washington’a Türkiye’nin maruz kaldığı terör tehdidine gerekli duyarlılığı göstermemek için bir gerekçe oluşturuyor. Bu husus, benim karihamdan çıkan bir değerlendirme değil. İki hafta önce Amerikan Dışişleri Bakanlığında Bakan Yardımcısı Philip Gordon bu yolda açıklamalarda bulundu. Şimdi, bu söylediklerimden şu sonuç ortaya çıkıyor: Bu da, Türk-Amerikan ilişkilerinin gözden geçirilmesi ve ilişkilerde karşılıklı yarar ve çıkar dengesinin sağlanması ihtiyacıdır.
Sayın Başbakan, Türkiye’nin size sağladığı siyasi, stratejik ve jeopolitik kozları cesaretle, basiretle ve dirayetle kullanarak “stratejik müttefikimiz” diye tanımladığınız Amerika’yı Türkiye’nin çıkarlarına saygılı ve duyarlı bir şekilde hareket etmeye ikna etmeniz gerekir.
Değerli arkadaşlarım, bu görüşlerle Güneydoğu Asya’da Dostluk ve İşbirliği Antlaşması’na olumlu oy kullanacağımızı açıklar, yüce Meclise saygılarımı sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)